MÜKEMMEL LONDRA GEZİSİ(1)

3be41f48-b81c-4a40-837a-869858707ce7-1

Bir süredir, dünyanın değişik kentlerinde biraraya getirebildiğimiz minik ailemiz için Londra, bir ilk olacaktı. Biz daha önce görmemiştik ve gitmeden önce farketmiştim ki, aslında merak da etmemiştik. Ben Shekespeare’den başlayarak, J.K.Rowling’e kadar yazarlarının yazdığı her satırı ve hele ki sevgili Virginia Woolf hakkında bulduğum her kelimeyi okuyup; Beatles, Pink Floyd, Queen, Dire Straits, Rolling Stones, Deep Purple, Paul Mc Cartney, David Bowie… dinleyip İngiltere’yi hiç görmeden ömrümün sonuna kadar yaşayabilirdim. Ancak kızımız yıllardır dünyanın değişik noktalarında sürdürdüğü eğitim koşuşturmasını sonlandırmaya karar vermişti, yüksek lisans diplomasını aldığı anda yanında olmalıydık elbette; nasıl ikinci yaşının sonunda, Oran Şehri’nde, Uçan Balon Kreşi’ndeki sahneden inmemekte direttiği, kaçıp durduğu ilk gösterisinden bu yana, her töreninde yanında olduysak!

image
“anne bak, ellerimi bıraktım” bir bisiklet dükkanı ve kafe.

Ve ilk kez bir kenti onun gözüyle gezecektik. Sera’nın yanına gideceğimizi duyan dostlar müstehzi bir ifadeyle kaç gün kalacağımızı soruyorlardı, gençler çok da hoşlanmıyorlardı ebeveyn ziyaretlerinden.

Vize süreci, istenen bilgilerin detay niteliği ile benim bilgisayar hakimiyetimin yeterlilikleri örtüşmeyince ve bir de yaşadığımız mekanın en yakın vize işlem merkezine beş saat uzaklıkta olduğunu düşündüğümüzde, bir miktar işkenceye dönüşse de her şey halloldu. Vizeler alındı. Biz vizeleri almadan otelden yerimizi ayırtmış, uçak biletlerimizi almıştık zaten.

İstanbul’dan gidiyorduk. Uçuş dört saat kadar sürecekti. Uçakta yanımızda esmer bir genç adam kabanıyla oturmakta ve sürekli sırasıyla eliyle yüzünü, gözünü, alnını silmekteydi. Onun bu durumundan rahatsız olup, “hasta mısınız, yardıma ihtiyacınız var mı” diye sordum. Genç adam birden ağlamaya başladı, neye uğradığımı şaşırmıştım, özür diledim, mendil uzattım, sustum. Biraz sonra cep telefonunun ekran fotoğrafını gösterdi bana. Bir-iki yaşlarında, esmer, yürüteç gibi bir alette bir kız çocuğu gülüyordu. “Kızım” dedi, “iki aydır haber alamıyorum ondan”. Genç adam Suriyeliydi. Ben kızımla görüşmeye giderken yaşadığım ve yolculuk boyunca giderek ağırlaşan bu anın yükü, genç adamı karşılayan biri olduğunu görene kadar devam etti üzerimde.

Kızım, bu küçük tatil için aslında bizden daha heyecanlı ve hazırlıklıydı. Biz de internetten İngiltere çalışıp nereleri görmek istediğimize ilişkin birkaç tüyo verdik ona. Aslında sadece onu görmek istiyorduk ve bir de onunla o keyifli, sonsuz, heyecanlı muhabbetlerden yapmak. Hani Alaçatı’daki balıkçıdaki garsonların, adı neydi bu lokantanın, kavga ettiğimizi sandıkları şu “bir kişi kırmızı ışıkta durmadan geçtiği bir gün yaya geçidinde bir yaya olmadığı için en fazla trafik cezası alacak, yaya varsa ve çarpıp ölümüne neden olursa hapis yatacak. Kusur aynı olmasına karşın eylemin sonucuna bakarak karar vermek adil ve doğru mudur?” tartışması gibi… Tartışmanın içine kendi tarihimiz de dahil, bildiğimiz her şey girer ve sonra dominant kafalarımız çatışmaktan vazgeçip kahkaha atmaya başladığımızda çevremizdekiler de sakinleşirdi. İşte böyle kendimden geçerek, sınırsız ve kuralsız konuşmayı özlüyordum kızımla ve evet, skype, oovoo, viber, facetime da iyi ki var ama ne yazık ki böyle bir boşluğu doldurmaktan çok uzak!

Dolayısıyla İngiltere benim için, sadece sarılıp öpeceğim güzel bir kadın, kıvırcık saçlarını bir elimle topladığımda açılan dünyadaki en sevgili yüze bakacağım bir andan ibaretti. Stansted havaalanından Victoria’ya gidip orada buluşacaktık. Bizi Victoria tren istasyonunda karşılayacak ve günlük programımızı va’zedecekti.
img_2697img_2696
Rüzgar, kar, yağmur, tsunami, deprem ve benzeri bütün sosyal afetleri düşünerek kendi eliyle hazırladığı rengarenk bir programla karşıladı bizi. Her gün ve saat ne yapacağımız belliydi. Değiştiğinde program bozulmasın diye yapışkan kağıtlarla hazırlanmıştı. Programda herhangi bir nedenle değişiklik olduğunda, hemen ilgili kağıt oradan alınıyor ve yerine yedekte bekleyen başka bir kağıtçık takılıyordu. Kapağa bir torba bölüm yapmıştı, oraya da metro haritası, tanıtıcı broşürler konmuştu. Programın adı Perfect London Trip’ti: Mükemmel Londra Gezisi. Daha ilk dakikadan buna adaydı zaten. Sadece bu programı yakalamak için hemen şu kapıdan çıkmalı ve hayata karışmalıydık.

image

Victoria tren istasyonu

AMAN DİKKAT
Hep duyarsınız ki İngiltere’de araçların direksiyonu sağdadır. Mesele İngiltere’de ne yazık ki bununla bitmiyor. Benim gibi sağını solunu bile algılamakta zorluk çeken biriyseniz, Londra sizin için de bir süre yorucu, hatta öldürücü olabilir, aman dikkat edin! Ben ilk yarım saat içinde, sağımda motosiklette bir adamın, “wow,wow, wow” diyerek burnumun dibinde durduğunu farkettiğimde bile ne olduğunu anlamamıştım. Trafiği durdurduğumu farkettiğimde çok utandım, ancak onlar alışık sanırım. Araçlara bakarken trafiğin de sağdan aktığını unutmamak gerekiyor. Kaldırımlarda, metrolarda, merdivenlerde bile uyarılar var : sağa bak, yolun ortasında, sola bak uyarısı geliyor, evet o yarıda da soldan geliyor araçlar ve sizin beyninizin alışkanlıkları altüst oluyor. Kapı kollarının açılış yönlerinden klimanın ısı artırma azaltma düğmelerinin yerine kadar her şey farklı. Demansa karşı Londra gezileri düzenlenebilir mesela😀

Bizim gezilerin olmazsa olmazlarından biri elbette antika pazarları. Ancak ilk gün biraz bölünüyoruz. Hıdır pazara gidecek, biz valizleri alıp otele yerleşeceğiz. Sonra buluşup Harrods’a gideceğiz. Akşama da Hayde Park’taki Winter Wonderland var programda. Sera Hıdır’ı Bermondsey Antigue Markete ünlü siyah ingiliz taksileriyle gönderiyor. Biz uberle gideceğiz. O biraz daha ucuz, şimdilerde İstanbul’da da hizmet vermeye başlamışlar sanırım. İnternet üzerinden bir merkezle yazışarak taksi talebinde bulunup ödemeyi yapıyorsunuz, size taksinin bildirimleri geliyor. Taksiyle sizin söylediğiniz noktada buluşup dediğiniz yere gidiyorsunuz, sürücü ödemesini şirketten alıyor. Bütün bu aşamaları da uber sistemi size harita üzerinden adım adım gösteriyor. İngilterede herkes bir iphone’a bakarak yaşıyor sanki. Neyse bu aslında bambaşka bir başlık konusu.

Biz de Easy Hotel Islingtona gidiyoruz. Şu ana kadar dünya üzerinde bir çok ülke ve otelde kaldık, gerçekten bu kadar sıradan olanında hiç kalmamışız. Başka ülkelerde uzun kalışlarımızda ev kiralıyorduk zaten ama Londra o kadar pahalı, daha doğrusu pound lira karşısında o kadar değerli ki, bir pound 4,5 lira civarındaydı sanırım, her attığınız adım küçük bir servete maloluyor. Bu arada otel ve yol bizim için elbette en ihmal edilebilir kalemler oluyor, gezmeli, yemeli içmeli ve alışveriş yapmalıyız.

image

Otelde, yatağın üzerinde sevimli bir sürpriz ve hatta sürprizler beni bekliyor metro kartlarımız bile hazır. Oyster Card her eve lazım bir kart. Yükleme yaptığınız sürece Londra’nın metro ve otobüs ağında yolculuk yapabiliyorsunuz. Eğer orada kızınız yoksa :)) OYSTER CARD adresinden kendinize gönderebilirsiniz bir tane. Gittiğinizde hazır oluverir. Telefon için biz kendi mobil telefonumuzun yurtdışı paketini kullandık. Daha uzun süreli kalışlar için daha farklı çözüm yolları bulunabilir muhakkak.

Yani ben Easy Hotel’in imkansızlıklarıyla uğraşacak durumda değilim. Zaten oda da bizim eve benzemiş biraz. Sera sabah bir kez daha gelerek takıları, banyo köpükleri, ayısı ile yerleşmiş odaya ❤ ve yatağın üzerinde başlayan muhabbetimiz Hıdır pazardan dönünceye kadar devam ediyor. Biraz dinlenip çıkıyoruz.

image

 

MÜKEMMEL LONDRA GEZİSİ(1)’ için 2 yanıt

Yorum bırakın